HÜNKÂR HACI BEKTAŞ VELİ (K.S.)
TARİHÎ KAYNAKLARDA HACI BEKTAŞ VELİ VE TARİHÎ KİŞİLİĞİ
Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş Veli’nin asıl adının “Bektaş” olduğunu görmekteyiz. Babası Horasan Sultanı İbrâhimü’s-Sânî (Seyyid Muhammed); annesi ise Nişâburlu Şeyh Ahmet adlı âlim bir zâtın kızı olan Hatem (Hatme) Hatun’dur. Evliliklerinden yirmi dört yıl sonra Bektaş dünyaya gelmiştir. Velâyetnâme’de verilen bu bilgiler, tarihî kaynaklarda da geçmektedir. Örneğin Gelibolulu Ali’nin Künhü’l-Ahbâr adlı eserinde, Hacı Bektaş Veli’nin soyundan, annesinden, babasından ve Horasan/Nişâburlu olduğundan bahsetmektedir. Ayrıca Ahmet Yesevî ve Lokman Perende ile olan münasebeti hakkında verdiği bilgiler, Velâyetnâme’de geçen bilgilerle büyük oranda uyuşmaktadır. Evliya Çelebi de Seyahatnamesi'nde, Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığı dönemden (Orhan Gazi dönemi), annesinden, babasından ve Nişâburlu olduğundan bahsetmektedir. Tarihî kaynakların yetersizliğinden dolayı Hacı Bektaş Veli hakkındaki bilgiler, genelde Velâyetnâme’den edindiğimiz kadardır.
Velâyetnâme dışında çeşitli vakfiyelerde, kendisinden “Hacı Bektaş Veli” olarak bahsedilmektedir. Daha sonraki bazı kaynaklarda, asıl adının “Muhammed bin İbrâhim bin Mûsâ”, “Bektaş” kelimesinin ise lakap olduğu belirtilmektedir. Hacı Bektaş Veli’nin yaşamıyla ilgili bilgiler çoğunlukla sözlü kültürün aktarıcı aracı olan menkıbeler vasıtasıyla dilden dile aktarılmıştır. Ana kaynaklardan yaşamına dair ayrıntılı ve kesin bilgilere ulaşmak oldukça sınırlıdır. Ancak Horasan’ın Nişâbur kentinde doğduğu kesin olarak bilinmektedir. Gençlik yıllarının hangi ortam ve koşullar altında, kimlerle geçtiği de pek bilinmemektedir. Hacı Bektaş Veli’nin ailesi hakkında bilgi sahibi olmamıza rağmen doğum ve ölüm tarihi hakkındaki bilgilerde ihtilaflar söz konusudur. Bu hususta Bedri Noyan Dedebaba; “Hacı Bektaş Veli’nin doğumu mürüvvet sözcüğünün ebced karşılığı olan 1248, Anadolu’ya gelişi reft karşılığı 1281, ömrü Muhammed karşılığı 92 yıl ve Hakk’a yürüyüşü Bektaş karşılığı olan 1325 veya Bektaşiyye karşılığı 1337” olduğunu ifade etmektedir. Bir başka araştırmacı Abdurrahman Güzel ise Hacı Bektaş Veli’nin doğum ve ölüm tarihleri için şu açıklamalarda bulunmaktadır: Hacı Bektaş’ın doğum tarihi 1209-1248 arası yorumlanır. Aslında onun doğum tarihinin 1209 olduğu üzerinde araştırmacılar arasında ittifak vardır. Ancak daha sonraları ortaya çıkan bazı rivayetler, onun doğum ve vefat tarihleri arasında değişik yorumlar ve görüşler ortaya koymuştur. Yine Hacı Bektaş Veli’nin ölüm tarihine değinen Hilmi Ziya Ülken’e göre de onun ölümü, kesin olmamakla beraber 1300/1301 yılları gibi olmalıdır. Abdülbaki Gölpınarlı ise Hacıbektaş’tan gelen ve Ankara Kütüphanesi’nde korunan, Ciritli Derviş Ali (Resmi Ali Baba) tarafından 1779’da (1765) kopya edilmiş olan bir Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi’ne dayanarak onun doğum ve ölüm tarihine dair çemberi daha da daraltmayı başarmıştır. Burada Hacı Bektaş Veli’nin doğum ve ölüm tarihleri ile ilgili olarak verilen bilgiler şöyledir:
“Viladet-i şerifi eri
sene 606
Müddet-i ömrleri
sene 63
Rıhlet-i nakilleri
sene 669”
Bu bilgiye göre Hacı Bektaş Veli’nin 1209/1210 (606)’da doğduğu 1270/1271’de (669) ölmüş olacağı ve ay yılı ile 63 yıl yaşamış olduğu söylenebilir. Ayrıca Abdülbaki Gölpınarlı’dan nakleden Hüseyin Özcan’ın ifade ettiği gibi Hacı Bektaş Veli’nin doğum ve ölüm tarihi ile yaygın olan kanaat şu şekildedir: “Ankara Kütüphanesi’ne Hacıbektaş’tan gelen kitaplar arasında no.132 A.I’de kayıtlı, Kaygusuz Abdal’ın hurufa ait bir risalesi ile Abdal Musa’nın ‘Pend ve Nasihatname’ adını taşıyan kısacık bir risalesini ihtiva eden ve ilk risalesinin sonundaki kayda göre 1291 Ramazanının on ikisinde (1875) Sivas’ta sureti çıkarılan mecmuanın baş tarafında, ‘Hazine-i celile’den şeref vürud eden tomar-ı kebir’de muharrer olduğu üzere tarih-i viladet-i şerifleri H. 606 (1209-10) olarak, müddet-i ömr-i şerifleri 63 olmağla H. 606 (1270-71) senesi vefat-ı şerifleri muharrer olduğundan iş bu mahalle tahrir olundu.’"
Âşıkpaşazâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osman ve Eflâkî’nin Menâkibu’l-Arifîn adlı eserlerinde anlatıldığı gibi Hacı Bektaş Veli ve kardeşi Menteş’in Babaîler ile bağlantısı söz konusu ise Hacı Bektaş Veli’nin yaşı ile ilgili yukarıdaki bilginin doğruluk payının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Hacı Bektaş Veli’den bahseden tarihî kaynakların başında Eflâkî’nin Menâkibu’l-Arifîn adlı eseri gelmektedir. Eserde Hacı Bektaş Veli, Baba İlyas-ı Horasanî’nin haslarından olup Rum (Anadolu) ülkesinde yaşayan keramet sahibi ve marifet dolu bir aydın olarak tanımlanır.
Aynı şekilde Elvan Çelebi de Hacı Bektaş Veli’nin Baba İlyas-ı Horasanî zaviyesine gidip gelenlerden biri olduğundan bahsetmektedir. Ancak onun müridi ve halifesi olduğuna dair net bilgi vermemektedir.
Âşıkpaşazâde ise Tevârîh-i Âl-i Osman adlı eserinde, Hacı Bektaş Veli ve kardeşi Menteş’in Horasan’dan Anadolu’ya gelerek ilkin Sivas’a daha sonra Amasya’ya giderek Baba İlyas-ı Horasanî’ye intisap ettiklerini, onun müridi olduklarını sonra sırasıyla Kırşehir’e, Kayseri’ye geldiklerini söylemektedir. Ayrıca Hacı Bektaş Veli’nin kardeşi Menteş, Kayseri’den Sivas’a gittiği zaman (Babaî Ayaklanması’nda) öldürüldüğünü onun da Kayseri’den Karahöyük’e giderek oraya yerleştiğini ifade etmektedir.
Velâyetnâme’de Hacı Bektaş Veli’nin, Ahmet Yesevî’nin mürid ve halifelerinden ya da Ahmet Yesevî’nin talebesi olduğu ileri sürülen Lokman Perende’nin müridi olduğu bahsi mevcuttur.
Yukarıda tahlil ettiğimiz tarihî kaynaklar olan Elvan Çelebi, Ahmet Eflâkî ve Âşıkpaşazâde’nin eserlerinde ise onun bir Vefâî şeyhi olan Baba İlyas-ı Horasanî’nin halifesi olduğuna işaret etmektedir. Âşıkpaşazâde, Eflâkî ve Elvan Çelebi’de yer alan bilgiler, bazı araştırmacıları Hacı Bektaş Veli’nin Horasanlı olduğu, Babaîler ve Vefaî tarikatıyla bağlantısı olduğu düşüncesine sevk etmiştir. Bu bağlamda Babaîlerin tarikatını Vefaîlik olarak tespit eden, dolayısıyla Ḥacı Bektaş Veli’yi de Vefaîlikle bağlantılı gören ilk kişi, Abdülbaki Gölpınarlı olmuştur.
Ahmet Yaşar Ocak’a göre ise Hacı Bektaş Veli hem Ahmet Yesevî hem de Kutbüddin Haydar geleneklerini sıkı sıkıya koruyan bir Haydarî şeyhi olabilir. Yine kaynaklardaki bilgilere göre Hacı Bektaş Veli’nin çok büyük bir ihtimalle Haydarîlik tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya gelmiş, sonra Baba İlyas-ı Horasanî çevresine girerek Vefâîlik tarikatının da bir müntesibi olmuş olabilir. Görüldüğü üzere Ocak, Hacı Bektaş Veli’yi Yesevîlik çerçevesinde değerlendirmemekle birlikte onun Haydarîlikle ve Vefâîlikle ilişkisinin olabileceğini söylemektedir.
Baba Resul’un has halifesi olarak kabul görülen Hacı Bektaş Veli’nin Babaî Ayaklanması sonrasında Vefaî ve Babaî dervişlerinin takibata uğramaları nedeniyle Yesevî gelenek içinde gösterilen, Baba İlyas-ı Horasanî’ye bağlı bir Vefaî dervişi olduğu da ileri sürülmektedir.
Edirneli Oruç Bey’in “Oruç Beğ Tarihi” ve Mehmed Neşri’nin “Kitâb-ı Cihan-nümâ” adlı eserlerinde de Hacı Bektaş Veli’den “Hacı Bektaş Horasânî” şeklinde bahsedilmektedir. Bu eserlerde, Hacı Bektaş Veli’nin önemli bir şahsiyet olarak Horasan’dan Anadolu’ya geldiğinden söz edilmektedir. Yine bu eserlerde ve “Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman” adlı eserde, Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığı dönem hakkında da bilgi verilmektedir. Onun Orhan Gazi döneminde yaşadığı, kaynaklarda geçen bir diğer bilgidir.
XV. yüzyıl Bektaşi şairlerinden olup Dimetoka’daki Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli) Dergâhı'nda yetişen Sâdık Abdal’ın Divan’ında da Hacı Bektaş Veli’den “Cihânda ism-i pâki Hacı Bektaş-ı Velî meşhur / Hemân oldur kamu dillerde destân zât-ı bî-hemtâ” şeklinde zikredilmektedir.
Satır aralarında Hacı Bektaş Veli ile ilgili bilgi veren Lâmiî ise “Tercüme-i Nefahâtü’l-üns” adlı eserinde, Hacı Bektaş Veli’yi Anadolu’da yaşamış evliyalardan biri ve büyük kerametlere sahip bir zât olduğunu kaydetmiştir.
Kendi döneminde önemli bir şahsiyet olan Taşköprülüzâde Ahmet ise Hacı Bektaş Veli ile ilgili şunları yazmıştır: “Bu devrin şeyhlerinden biri de ârif bir zât olan Hacı Bektaş’tır. Keramet sahiplerinden ve velîlik derecesi olanlardandır. Mübârek mezarı, Türkmen diyarında olup üzerinde türbe, yanında da bir zâviye vardır. Türbesi ziyaret edilir ve mübarek sayılır. Mezarının yanında yapılan dualar kabul olunur.”
Görüldüğü üzere Taşköprülüzâde, Osmanlı ulemâ ve meşâyihine dair ele almış olduğu biyografi eserinde, Hacı Bektaş Veli’den keramet sahibi bir şeyh olarak bahsetmiştir. XIII. yüzyılda vefat ettiği düşünülen Hacı Bektaş Veli’nin mezarı ise bugün Nevşehir ili sınırları içerisinde kalan Hacıbektaş ilçesinde bulunmaktadır. Bektaşiliğin “pîr evi” olarak kabul edilen Hacı Bektaş Veli’nin mezarının bulunduğu külliyenin tarihî gelişimi oldukça karmaşık bir yapı arz etmektedir. Söz konusu türbe, XIII. yüzyıldan XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar teşekkülünü tamamlamıştır. Bugün Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde bulunan türbe ve külliyenin çekirdeğini teşkil eden ve Hacı Bektaş Veli zamanında yapılan Çilehane’ye XIV. yüzyıldan itibaren eklenen bina ve yapılarla XVI. yüzyılda Hacı Bektaş Veli Dergâhı tamamlanmıştır. IV. Mustafa, 1807 yılında; Abdülaziz, 1862 yılında ve II. Abdülhamid ise 1895 yılında dergâhı ve türbeyi tamir etmiştir. Zaman zaman yapılan değişikliklerle bugünkü hâlini almıştır.
Tarihî kayıtlar genel olarak incelendiğinde, Hacı Bektaş Veli’nin XIII. yüzyılda yaşadığı, Horasan’dan Anadolu’ya geldiği, anne ve babasının kim olduğu, Anadolu’ya geldikten sonra Kırşehir civarındaki bir köye yerleştiği, döneminde önemli bir dinî figür olarak görüldüğü ve Eflâkî’nin de belirttiği üzere “şeriata tam olarak uymayan” biri olarak tanındığı söylenebilir. Şeriata tam olarak uymadığı hususu, onun yaşadığı çevre ve benimsediği inanç sistemi hakkında bize ipucu vermektedir. Yine kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, Anadolu’ya geldiğinde kardeşi Menteş ile birlikte Babaîlerle bir ilişki kurduğu da açıktır. Onun evli olup olmadığı meselesi de hâlâ gizemini korumaktadır. Hatta bu durum, Bektaşiler arasında ihtilafın oluşmasına da neden olmuştur. Söz konusu ihtilaf, Bektaşiliğin yapısını ve tarihî inkişafını da şekillendirmiştir. İncelediğimiz tarihî kaynaklarda, Hacı Bektaş Veli’nin Bektaşiliği kurduğuna dair herhangi bir bilgi mevcut değildir. Yukarıda incelediğimiz kaynaklar ışığında, Hacı Bektaş Veli’nin mirasının aktarılmasının ve teşekkülünün, onun takipçileri vasıtasıyla gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Ayrıca, yaşadığı dönemde nüfuz ettiği alanın genişliğine dair bilgiler de yetersizdir. Bununla beraber, vefatını müteakip özellikle Anadolu’ya gelen abdallar, dervişler, erenler gibi gruplar arasında itibar da görmüştür.
HACI BEKTAŞ VELİ VE MENKIBEVÎ KİŞİLİĞİ
Tarihî kaynaklara istinaden tanımlanan Hacı Bektaş Veli’nin tarihî kişiliğinin yanı sıra Alevi-Bektaşi inanç sistemini benimseyen kişilerde önemli bir figür olan Hacı Bektaş Veli’nin menkıbevî bir kişiliği de söz konusudur. Bu menkıbevî kişiliği, genelde Velâyetnâme’de verilen bilgiler çerçevesinde şekillenmiştir. Alevi-Bektaşiler nezdinde önemli bir şahsiyet ve Bektaşi geleneğinin pîri olan Hacı Bektaş Veli’nin hayatı, kerametleri ve erkânı, Velâyetnâme’nin muhtevasını oluşturmaktadır. Bu kitap, XV. yüzyılın son yıllarında toplanıp yazıya geçirilmiştir. Tarihî kaynakların vermiş olduğu bilgilerin yanı sıra Alevi-Bektaşi toplumu, genel olarak onu Velâyetnâme’nin takdim ettiği menkıbevî çerçevede benimsemektedir. Hacı Bektaş Veli’nin müritleri tarafından bir araya getirilen ve menkıbelere dayanan bu eser, “Velâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı Velî, Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı Velî, Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî, Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş Velî-i Horasânî” gibi adlarla anılmaktadır.
Öğretileri ve mirası, müritleri tarafından devam ettirilen Hacı Bektaş Veli’yi gerek hayatta iken gerekse ölümünden kendi zamanına kadar geçen süre içinde üretilen menkıbeler aracılığıyla yeni kurulmakta olan Osmanlı Beyliği başta olmak üzere bütün Orta ve Batı Anadolu’da tanıtarak âdeta tekrar hayata kavuşturan Abdal Musa olmuştur. Bu bağlamda, Ahmet Yaşar Ocak, Abdal Musa’yı “Alevi-Bektaşi kesiminin inançlarında yaşayan mitolojik Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaratıcısıdır.” şeklinde tanımlamıştır.
Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen Velâyetnâme’nin muhtevasını analiz ettiğimizde, Hacı Bektaş Veli ile ilgili çizilen portre ve onun menkıbevî kişiliği ile ilgili şunları söylemek mümkündür: Velâyetnâme’de Hacı Bektaş Veli’nin On İki İmam soyundan geldiği yani seyyid olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Bu husus, Velâyetnâme’de şöyle geçmektedir: “Peygamber sülalesinden gelen Hünkâr Hacı Bektaş Velî, İbrâhim el Sânî diye anılan Seyyid Muhammed’in oğludur. Seyyid Muhammed, Mûsâ-yı Sânî’nin oğludur. Mûsâ-yı Sânî, İbrâhim el Mükerremü’l-Mücâb’ın oğludur. İbrâhimü’l-Mü câb, Hazret-i Mûsâ-yı Kâzım’ın oğludur. Mûsâ-yı Kâzım, İmâm Ca’fer[ü’s-] Sâdık’ın oğludur. İmâm Ca’fer[ü’s-] Sâdık, İmâm Muhammed-i Bâkır’ın oğludur. Muhammed-i Bâkır, İmâm Zeyne’l-Abidîn’in oğludur. İmâm Zeyne’l-Abidin, İmâm Hüseyin’in, İmâm Hüseyin, Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ’nın oğludur. Babası Allah’ın aslanı, müminlerin emiri Hazret-i Ali’nin oğludur. Bu nedenle Hacı Bektaş Veli, seyyid soyundandır.”
Hacı Bektaş Veli’nin babası İbrahim-i Sânî, İmam Musa Kâzım neslindendir ve Horasan hükümdarıdır. Annesi ise Hatem Hatun’dur. Doğduğunda adını “Bektaş” koyuyorlar. Hacı Bektaş Veli’nin doğumu ile ilgili birçok söylence vardır. Velâyetnâme’ye göre “Bir gece Hatem Hatun rüyasında kendisinin hiçbir acı çekmeden bir erkek çocuk doğuracağını gördü. Sultan İbrahim’i uyandırdı ve gerçekten bir çocuklarının olduğunu gördüler. Mübarek yüzünün nûrundan âlem aydınlanmıştı. Hatem Hatun, memesini ağzına verdi. Ne kadar uğraştıysa da çocuk annesini emmedi. Devamlı şehadet parmağını emdi. Altı ay geçtikten sonra bir gün şehâdet parmağın kaldırıp, ‘Eşhedü en lâ ilâhe illallâh vahdehu lâ şerîke lehu ve eşhedü enne Muhammedün abdühü ve Rasûlühü ve eşhedü enne Aliyyen Velîyu’llâh’ dedi. Hazret-i Hünkâr’ın dilinden ilk çıkan söz, kelime-i şehâdet oldu.”
Hacı Bektaş Veli, eğitimini, Hoca Ahmet Yesevî’nin halifelerinden olan Lokman Perende’den almıştır. Babası Sultan İbrâhim, onu Lokman Perende’ye ilim öğrenmesi için vermiştir. Lokman Perende, Bektaş’a ilim öğretirken “Namaz için dışarıdan, bir ibrik su getir” dedi. Bektaş, “Hoca ne olur, bir nazar etseniz de okulun içinden su çıksa, dışarıdan su getirmeye ihtiyaç olmasa.” dedi. Lokman Perende, “Bizim ona gücümüz yetmez, eğer elinden gelirse, sen nazar et.” dedi. Bektaş, hemen elini kaldırıp dua etti. Lokman Perende de “Âmin” deyip elini yüzüne sürdü. Hemen o anda okulun orta yerinde, güzel bir pınar, kapıya doğru aktı. Lokman Perende, Hacı Bektaş Veli’deki bu velâyet ve kerameti görünce sevinçle, “Ey Hünkâr” dedi. Bu olaydan sonra Bektaş Veli’nin adı “Bektaş Hünkâr” oldu. Orada olup bu hâli görenler, çok şaşırdılar. Bektaş da secdeden başını kaldırdı. Okulun orta yerinde, güzel bir su çıkmış, kapıya doğru akıp gitmekte, hatta pınarın başında birkaç kök susam yeşermiş, yeşermekte; güzel çiçekler açmış, açmakta olduğunu görünce tekrar secdeye vardı ve şükretti. Bu anlatılara göre Hacı Bektaş Veli’nin doğumu, bebeklik ve çocukluk dönemi kerametlerle dolu geçmiştir.
“Hacı” lakabı, Velâyetnâme’de anlatılan bir keramet sonrasında “Bektaş” ismiyle birlikte kullanılmaya başlanmıştır. Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş Veli’nin nasıl “Hacı” olduğu, Lokman Perende tarafından şöyle anlatılmaktadır: “Lokman Perende, Hac’da iken Arafat Dağ’ına çıkıp vakfeye durduklarında, yanındakilere ‘Bugün arefe günüdür, şimdi bizim evde bişi pişiriliyordur.’ dedi. Lokman Perende, Arafat Dağı’nda bunu böyle söyleyince bu durum, Bektaş’a malum oldu. Gerçekten o sırada, Lokman Perende’nin evinde bişi pişirilmekteydi. Bektaş, Lokman Perende’nin eşine, bir tepsiye birkaç tane bişi koyup vermesini söyledi. Onlar da bir tepsiye, birkaç bişi koyup onun eline verdiler. Tepsiyi alan Bektaş, Lokman Perende’ye tepsiyi velâyet kuvvetiyle sundu. Lokman Perende bunu görünce, onun yüceliğini anladı. Bişiyi hep birlikte yedikten sonra tepsiyi sakladı. Hac’dan dönüp Horasan yakınına geldiler. Nişabur halkı, Lokman Perende’yi, ‘Haccınız kutlu olsun’ deyip karşıladılar ve ellerini öptüler. Lokman Perende, ‘Esas hacı olan Bektaş’tır.’ dedi. Gelip Hacı Bektaş’ın mübarek elini öpüp onun bu kerametini çevresine tek tek anlattı. O günden sonra adı ‘Hünkâr Hacı Bektaş el-Horasanî’ olarak anıldı.”
Velâyetnâme’deki bilgilere göre Hacı Bektaş Veli, küçük yaşta birçok keramet göstererek herkesi hayretler içinde bırakmıştır. Rivayete göre, “Horasan Erenlerinin hepsi, Lokman Perende’nin haccını kutlamak için bir araya geldiler. Okulun içindeki pınarı görünce ‘Ey şeyh, biz buraya her zaman gelir giderdik ama burada böyle bir pınar yoktu, bu ne hikmettir?’ dediler. Lokman Perende de ‘Bu velâyet pınarıdır, Hacı Bektaş Hünkâr, velâyetiyle bu suyu çıkartmıştır.’ dedi. Horasan Erenleri bunu duyunca, ‘Hacı Bektaş da kimdir?’ dediler. Lokman Perende ise ‘Hacı Bektaş, işte bu azizdir.’ dedi. Onlar, ‘Bu çok küçük bir çocuktur, ne zaman hacı oldu?’ dediler. Lokman, bu durum karşısında olanı biteni tek tek anlattı. ‘Kâbe’de namaz kıldığım her zaman farzları benimle birlikte kılıyordu. Namaz bitince de kayboluyordu.’ dedi. Horasan Erenleri, bu duruma çok şaşırdı; ‘Bu küçük bir çocuktur, bunun nasıl velâyeti ve kerameti olabilir?’ dediler. Hacı Bektaş Veli, mübarek ağzını açıp ‘Ben âlemlerin Rabbi’nin arslanı, Kevser sâkisinin nesli ve o velâyetin özü, müminlerin emiri, Hazreti Ali’nin sırrıyım. Böyle velâyet ve kerametler, Hakk’tan bize miras olarak gelmiştir. Bu nedenle, bizim neslimizde böyle işaretler görünmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü bu, Allah’ın bize bir lütfudur.’ dedi. Horasan Erenleri bunu işitince ‘Eğer gerçekten velilerin şahı, Ali’nin sırrıysan delillerini göster, görelim, biz de inanalım.’ dediler. Bunu duyan Hacı Bektaş Veli, avucunu açtı. Horasan Erenleri, onun avucunun içindeki hoş yeşil ve nûranî beni gördüler. Aynı yeşil ben, Hazreti Ali’nin avucunun içinde de vardı. Bunu görenler, iman ettiler, hiç şüpheleri kalmadı, kendisinden özür dilediler ve ona bağlandılar.”
Velâyetnâme’de, Ahmet Yesevî’nin nefes evladı olan Kutbüddin Haydar’ın büyük bir kalabalıkla Bedahşan üzerine gittiği, Bedahşanlılar ile savaşırken esir düştüğü ve Hacı Bektaş Veli’nin onu esaretten nasıl kurtardığı da anlatılır. Kutbüddin Haydar’ın kurtulması esnasında Hacı Bektaş Veli’nin keramet göstermesi, Velâyetnâme’ye konu olmuş önemli bir husustur. Bu hadise, kısaca şöyle geçmektedir: “Ahmet Yesevî başını kaldırdı. Dedi ey Hacı Bektaş Hünkâr, Mülke vali kıldı seni yaratıcı. O Bedahşan illerini alasın. Kâfirin kanını toprağa saçasın. Aslan gibi bir oğlum vardı. Adıdır Kutbüddin Haydar. Altı bin askerle birlikte Bedahşan illerine göndermişim. Bedahşan kâfiriyle gidip savaşması ve onları yenip perişan etmesi için. Fakat kâfir onları yendi. Yoldaşları öldü, kendisi de âciz kaldı. Kutbüddin Haydar’ı kâfir yakaladı. Yedi yıldır hapistedir o er. Hakk katında sen makbul kişisin. Lütfet, git oğlumu kurtar. Bedahşan’a git akın et. Horasan halkının hakkını geri al. Sözümü tut, toparlan gözünü aç. Kendini Hakk’a ulaştır.” Ahmet Yesevî böyle söyleyince Hacı Bektaş, şahin şekline girmiş, Bedahşan’a doğru kanat açmıştır. Bedahşan iline varmış ve Kudbüddin’in esir tutulduğu yere gitmiştir. Hacı Bektaş Veli, mağarada esir tutulan Haydar’ı kucağına almış ve onu Hoca Ahmet Yesevî’ye götürmüştür. Hacı Bektaş Veli, Haydar’ı kurtardıktan sonra Hoca Ahmet Yesevî tarafından Bedahşan’ı fethetmek için görevlendirilmiştir. Daha sonra Hacı Bektaş Veli’nin artık olgunlaştığını gören Ahmet Yesevî, kendisine halifelik (yetkili temsilcilik) sembolleri olan cihâz-ı fakr’ı (tâc, şamdan, seccade, sofra ve alem) teslim etmek sûretiyle beline tahta kılıcını kuşatır ve Rum (Anadolu) diyarını irşad etmekle görevlendirir. Onun Rum diyarına görevlendirilmesi, Velâyetnâme’de şöyle geçmektedir: “Hoca Ahmet Yesevî, Hünkâr’ı yanına getirdi, ‘İşte o manevî emanetlerin sahibi geldi.’ dedi. Hazret-i Hünkâr, meselenin ne olduğunu sordu. Kendisine olanı biteni anlattılar. Hoca Ahmet Yesevî, ‘Ey Bektaş el-Horasânî’ deyince Hünkâr ayağa kalktı, Hoca Hazretlerinin önüne geldi, seccâdeyi eline aldı. O darı yığınının önüne geldi. ‘Bismillah ve billâh’ deyip seccâdeyi serdi ve üzerine çıkıp iki rekât namaz kıldı. Sonra gelip yerine oturdu. Darı yığınından bir tane bile yerinden oynamadı. Elifî taç, kendiliğinden hareket etmeye başlayınca oradakiler dehşete düşüp salâvât getirdiler. Taç, havadan kuş gibi uçup Hünkâr’ın başına kondu. Daha sonra, hırka da hareket edip Hazret-i Hünkâr’ın önüne geldi. Çerağın da birdenbire yandığını gördüler. Durduğu yerden kalkıp Hazret-i Hünkâr’ın başının üzerinde dikildi durdu. Seccade de bulunduğu yerden kalkıp Hacı Bektaş Veli’nin altına döşendi. … Daha sonra Hünkâr Hacı Bektaş Veli, bu manevî emanetleri Ahmet Yesevî’nin önüne koydu. Hacı Bektaş Veli, erkâna uygun bir şekilde tıraş edildi ve Ahmet Yesevî’ye biat etti. Ahmet Yesevî ona dört manevî emanet ve bir icâzet verdi. Kendisine ‘Ey Bektaş, işte nasibini aldın, müjdeler olsun, kutbü’l-aktablık senindir, kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar bizimdi, bundan sonra biz burada çok kalmayız ahirete göçeriz. Seni Anadolu’ya gönderiyoruz. Sulucakarahöyük’ü de sana yerleşmen için verdik. Seni Anadolu Erenlerinin başı yaptık. Orada aklı başından gitmiş, kendinden geçmiş gerçek erenler ve dervişler çoktur. Soyları Hazret-i Muhammed’e çıkar, fakat bilgileri sınırlıdır. Seni onların başı yaptık, zaman kaybetmeden yola çık.’ dedi. Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin Ahmet Yesevî’den nasip ve Anadolu’ya gelmek için izin almasından sonra, güneş doğmadan hemen (önce) yola çıktı.” Anadolu’ya gelmeden evvel Mekke’ye ve Hz. Ali’nin türbesine ziyarette bulunmuş, Necef’te kırk günlük bir riyazet ile çile çıkarmıştır. Sonrasında Medine, Kudüs, Halep, Elbistan ve Kayseri’ye uğramıştır. Nihayetinde güvercin donunda Sulucakarahöyük’e inmiştir.
Hacı Bektaş Veli, bugünkü Hacıbektaş kasabası olan Sulucakarahöyük’e geldiğinde orası, Türkmen boyu olan Çepnilerin yaşadığı yedi haneli bir köyden oluşmaktaydı. Sulucakarahöyük’e gelen Hacı Bektaş Veli, Kadıncık Ana’nın evine misafir olmuştur. Bu arada gerek Müslümanlar gerek Hristiyanlar arasında göstermiş olduğu kerametleriyle oldukça dikkat çekmiştir. Kısa süre içerisinde Rum Erenleri tarafından tanınmaya başlayan Hacı Bektaş Veli’nin ilk müritleri de Kadıncık Ana ve İdris olmuştur. Onların ısrarı üzerine bir müddet evlerinde ikamet etmiştir. Velâyetnâme’nin vermiş oldu ğubilgilere göre, Hacı Bektaş Veli’nin daha sonra Kadıncık Ana ve İdris’ten başka birçok müridi olmuştur. Bu husus, Velâyetnâme’de şöyle geçmektedir: “Seyyid Cemal Sultan ön önemli halifesidir. Hazret-i Hünkâr’a ondan yakın kimse yoktu. Pek çok sefer sırtını sıvazlayarak ‘Cemalim’dir.’ demiştir. Postta da yukarıda otururdu. Ondan sonra Kolu Açık Hacım Sultan otururdu. O da önde gelen halifelerdendi. Hünkâr, bâtın kılıcını ona vermişti. Üçüncü sırada Sarı İsmail gelirdi ve Hacı Bektaş Veli’nin bayraktarı ve sırlarını bilen kişiydi. Ondan sonra Resul Baba gelirdi, Hünkâr’ın süpürgecisiydi ve önde gelen halifesiydi. Bunlar gibi üç yüz altmış halifesi vardı.”
Bir müddet sonra bugünkü dergâhın yerinde ilk inziva yeri olan Kızılca Halvet’ini inşa etmiştir. Böylece Hacı Bektaş Veli, artık kendini kabul ettirmiş ve mürit edinmeye başlamıştır. Kısa sürede tanınmaya başlayan Hacı Bektaş Veli, çevresindeki veliler (evliya) tarafından kıskanılmaya başlamış ve bu veliler, onu çeşitli sınavlardan geçirmeye çalışmışlardır. Her defasında o, kerametleriyle kendisine yapılanlar karşısında hepsini utandırmıştır. Avucundaki yeşil beni göstererek Hz. Ali’nin mazharı olduğunu, yani onun kendi bedeninde zuhur ettiğini göstermiştir. Kısa süre içerisinde Rum’un (Anadolu’nun) büyük evliyaları arasında olduğu kabul edilmiştir. Bunların yanı sıra gayrimüslimleri de ihmal etmemiştir. Daha sonra Moğol otoriteleriyle tanışmış ve onlardan bir kısmını Müslüman etmiştir.
Hacı Bektaş Veli, Sulucakarahöyük’te ikamet ettiği esnada Seyyid Mahmud-ı Hayrânî, Ahi Evran gibi büyük zatlarla yakınlık kurmuştur. Onlar da Hacı Bektaş Veli’nin birçok kerametine tanıklık etmiş ve ona saygı göstermişlerdir. Böylece onun manevîyâtı, Rum diyarında duyulmaya başlamıştır. Kaynaklarda, Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen sıfatlarda da onun manevî yönüne tesadüf edilmektedir. Örneğin, onun için “Kutbu’l-aktab, Mesned-i ulu’l-elbab, Sultan’ul-evliya, Burhan’ul-asfiya, Fahr-i erbab-ı babullah, Envar’ul-yakin, Fatih’ül-ebvab-ı sülale-i hazreti sahib-i sırr-ı ve’l-keşf, Aşk deryası, Küşade-i bab-ı hikmet, Nesl-i saki-i kevser, Sahib-i keşf-i ledünni, Fahri ma’den-i erkân, Sultan’ul-arifin, Serçeşme-i nur-ı din, Tac’ul-arifin, Gavsu’l-vasilin, Kutb-ı Rabbani…” gibi yakıştırmalar yapılmıştır. Bu unvanlar, onun manevî kimliği hakkında bize ipucu vermektedir. Nitekim bu yakıştırmalar, herkes için yapılmayan önemli unvanlardır.
Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş Veli, Sulucakarahöyük’e geldikten sonra otuz altı yıl daha yaşamış ve pek çok keramet göstermiştir. Onun ününü duyup ziyaret için birçok kişi gelmiş ve onun cemalini görüp safâ nazarını ve himmetini almışlardır. Gelenlerin hepsi, kendi ruh hâllerine göre arzularına kavuşmuşlardır. Pek çoğu gönülden kendisine bağlanmış ve yanında hizmet için kalmıştır. Hacı Bektaş Veli, Hakk’a yürümeden önce hizmetinde devamlı bulunan 360 halifeyi ayrı ayrı hizmetlere koymuştur. Bunlara kutsal emanetler verilmiş ve çoğu, Anadolu’nun farklı yerlerine görevlendirilmiştir. Onlar da gittikleri yerlerde çeşitli kerametler gösterip ve oradaki halkı kendilerine muhib edinmişlerdir.
Hacı Bektaş Veli, Anadolu’nun her bir yanına halifelerini yolladıktan bir müddet sonra kendisi de kerametine yakışır bir şekilde Hakk’a yürümüştür.
Kaynakça: Baharlu, İ. vd. (2024). Serçeşme’den Katreler (Temel Değerler Bağlamında Hacı Bektaş Veli ve Özlü Sözleri). Ankara: Net Kitaplık Yayıncılık (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Yayınları: 45).
- Hayatı
- Eserleri
- Hacı Bektaş Veli Öğretileri
- Hacı Bektaş Veli Dergâhı Ziyaretçi Defteri
- Bektaşi Gülbangı
- Hacı Bektaş Veli İhtisas Kütüphanesi Koleksiyon Listesi
- Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Kütüphanesi Yazma Eserler
- Uluslararası Açık Erişim El Yazma Eser Koleksiyonları
- Uluslararası Kitap Arama Motoru
- Uluslararası Tez Arama Motoru